20091111

Bulantı


Tüm kadınlarım tek tek gidiyor.Issız bir eve girmenin hüznüyle bağlıyorum günü geceye.Onlar sadece gidiyor,ben her gidişte biraz daha ölüyorum.Ağır ağır ölmenin kötü yanı:organlarımı kimseye bağışlayamıyorum.
Sonra bi sabah...Dem’in azlığından değil de demleyenin beceriksizliğinden, sararmış diş rengindeki bir bardak hüznü içerken,evde peynir bile olmamasına inat; gazetedeki “dünyada çok fazla acı var dedi,ölümü seçti” haberini okurken aklıma gelecek:Gidenlerin ardından koşamayışım.
Sığınacak liman değilim ben,belki şehir meydanında belediyenin tembelliğinden kalakalmış bir saçak.Yağmur bastırdığında soluğu koynunda alıp, biten gözyaşlarıyla ardına bakmadan bıraktığın.Sana söylemeyi çok istedim.Söylemenin manasızlığıydı,kendimi “gitme” deyişimden mahrum edişim.İşteş fiillerle aram hiç iyi olmadı zaten.Sevmiştim oysa, kahkahalarının busemsi tadını;Ağlarken hani, rimel diye gözbebeklerini akıtmanı.
Yine de “sevmek” yetmiyor.Birinci tekil şahsı çoğul hale getirdiğine sevinemeden bitiyor herşey. “Öyle işte” diye açıklanan bir cümleyle. Devrik cümleler az geliyor bu yüzden.Devrik paragraflar kuruyorum.Sen şarkılar söylüyorsun çocuklar gibi,ben tanrıya mızıka çalıyorum. Geceler sabaha varıyor.Katlayıp koyuyorum süper kahraman hüzünlerimi, clark kent aptallığında çene çalarak geçiyor;İnsanlığın çalıştığı gündüzler.
On yıllık planlar yapıyorum artık,40 yaşıma geldiğimde hangi meyhanede içicem diye.İki kelime yan yana gelse üçünsü gelmek bilmiyor.İki kelimeye terkedilmiş, üç noktalı cümleler kalıyor avuçiçimde. Ve sen bir türlü bulamıyorsun.Sevmek nerde,ölmek hangi elimde.
Günler böyle geçiyor sevgilim.Hüznün eş anlamlısı kelimeleri gözlerimin kenarlarına yerleştirerek.Şark cephesinde yeni bir şey yok anlayacağın, hergünle birlikte yürekte açılan yeni bir şark çibanı dışında.Garp cephesinden habersizim ama,Garbın afakını sarmıştır umarım.Adımın yerine konulmuş şen bir kahkaha...

Hiç yorum yok: